Fahri Tuna'nın kaleminden; "Sarayevo"

Sakaryalı araştırmacı yazar Fahri Tuna, Sarayevo ilgili muhteşem bir yazıyı kaleme aldı.

Sakarya tarihi ile ilgili yaptığı araştırmalarla adından söz ettiren Yazar Fahri Tuna, Türkiye Yazarlar Birliği sitesinde, Bosna Hersek'in başkenti Saraybosna'ya yaptığı gezideki izlenimlerini aktardı.

" Sarayevo; Alia yüzlü şehir" başlıklı yazısında Tuna, şunları yazdı:


Alia yüzlü şehir.

Alia özlü şehir.

Alia ruhlu şehir.

Kral II. Adrian’da almış adını Adrianapolis yani Edirne. Efsane imparator İskender’in babası Filip’ten almış adını Filipolis yani Filibe.

Peki Sarayevo da ‘bilge kral’ Alia İzzetbegoviç’ten alamaz mı adını; değil mi ama: Aliapolis, Aliapoli, Aliapolu, Alibolu…

Yok yok Batılı literatürle diyelim, daha iyi anlar onlar: Alia City, Alia’nın şehri. Alialı şehir. Aliacity yani.

Peki kaç tane Sarayevo var dersiniz? Kesin bir sayı size: Bir tane değil kesinlikle. Üç diyen var, beş diyen var, yedi diyen var, hatta dokuz diyen var. “On bir Sarejevo şehri var” diyene bile rastladım ben.

Nasıl mı oluyor bu; çok basit: Siz şehre hangi gözle bakarsanız o kadar Sarayevo olabiliyor.

Ben mesela, yedi döneme ayıranlardanım Sarayevo’yu: Bizden önce, Biz (Osmanlı-Türk dönemi), Avusturya Macaristan dönemi, Sırp krallığı dönemi, Tito Sosyalizmi, Savaş ve A.D. (Alia dönemi), A.S. (Alia’dan sonra).

Yedi dönemin de izlerini işaretlerini eserlerini görmek mümkündür günümüz Sarayevo’sunda. Latife etmiyorum, sahiden söylüyorum. Daha bu hafta yeniden gittim yeniden gördüm.

Fatih Sultan Mehmed’in hediyesidir bize Bosna. Fatih’in emanetidir de. Hünkâr Camii o günlerden hatıradır bugünlere.

Şehrin en görkemli eseri Gazi Hüsrev Bey Camii/külliyesidir elbette. Nüfusun şehirlerin binaların kat be kat büyümesine rağmen hâlâ muhteşem hâlâ görkemli hâlâ merkezidir bu eser. Sanki ‘öteler’de yapılıp da ‘buraya’ monte edilmiş ruhanî bir eser hissi verir insana. Uyum estetik diyagonal. Fonksiyon, fayda, huzur. Güzellik rahatlık derinlik. Sadece cami bölümünde değil türbesinden medresesine, hamamından hanına… tüm müştemilatında aynı ahenge aşina olursunuz.

Gazi Hüsrev Bey’in, babası Fatih ile oğlu Yavuz arasında bir sükûnet abidesi, devleti sistematize eden, baniyi-sani (Osmanlı’nın ikinci kurucusu) Sultan İkinci Beyazıd’ın kızından torunu olduğunu bilmem kaçımız biliriz. “Mal sahibine çeker” demiş atalarımız, gerçekten inanırım bu sosyolojik ve psikolojik kanuna: Her eser banisinin (bina edenin, yaptıranın yahut yapanın) ruh hâlini yansıtır bizlere, farkında olmadan. Cam kavanozdan içinde olandan başka ne görünebilir ki? Gazi Hüsrev Bey Külliyesi beş asır sonra bile bugün hâlâ Sarayevo’nın gerdanlığı hükmündedir.

Anadolu’da şadırvan olarak yaygın olan şehrin meydanındaki estetik “Osmanlı sebili”,  gelinlik bir kızın parmağındaki ‘nişan yüzüğü’ kadar manalı ve asil durmaktadır bihakkın. Sebil ve külliye bugünün Sarayevo’sunda ‘biz’dir, ‘bizim’dir, ‘bizce’dir.

Başçarşı Batı’nın vahşi Kapitalizmine karşı Osmanlı’nın (ecdadımızın) ahilik kültürüyle asırlardır her biri on beşer metrekarelik minnacık işyerlerinde çeşitli mesleklerden esnafa bağımsız onurlu özgür yaşama hakkı sunan muhteşem sisteminin nişanesidir hâlâ; gidip görüp ibret ve minnet duygularıyla etüt edilmelidir deriz.

İnsana soğuk güce tapınak suratlı bazı binalar göreceksiniz caddelerde bulvarlarda: Biliniz ki onlar Avusturya-Macaristan dönemi kadar ‘uzaktır insana.’

I.Dünya Savaşı’nın fitilinin ateşlendiği yerdir mesela Sarayevo, pek bilinmez. Avusturya Macaristan Veliaht Prensi Franz Ferdinand eşi Sofia ile birlikte şehri ziyaretinde Latin Köprüsü’nden geçecek, Sırp milliyetçisi Gavrilo Princip, köprü üzerinde - işin ilginç yanına bakınız-  tek bir kurşunla ikisini birden öldürecektir. Kurşun Franz’dan girip çıkacak, eşi Sofia’nın karnına saplanacak kısa sürede ikisi de birden can vereceklerdir. Tarih 28 Haziran 1914’tür. Bu olay büyük yankı bulacak ve ardından bütün Avrupa karışacak, savaş dört sene sürecek, yüzlerce cephede milyonlarca insan can verecek… sonrasında da üç büyük imparatorluk, Avusturya-Macaristan, Rus Çarlığı ve Osmanlı tarih sahnesinden çek(tir)ilecektir. Evet; bu hazin olayın vuku bulduğu Latin Köprüsü, şehri bir boydan bir boya dolanıp geçen Miljacka nehri üzerinde bugün hâlâ mevcuttur ve ziyaret edilmektedir.

Sonra Sırplar yönetecektir şehri. Sonra II. Dünya Savaşı çıkacak, savaş bir gün bitecek, bugün yedi devlete bölünen Yugoslavya’nın birleştiricisi Tito tarih sahnesine çıkacak ve ‘yumuşak komünizm’ diye de tasnif edilen bir sosyalizmle yönetecektir Sarayevo’yu. Adı geçince ‘birlik, dayanışma, bütünlük’ kavramları akla gelen Tito döneminden bugün için iki nostaljik eser/nişane kalmış durumdadır Sarayevo’da: Biri Tito’nun meşhur balkon konuşmaları yaptığı Ferhadiye Caddesi üzerindeki muhacir sarısı renkli sarayı. Diğeri ise balkonun hemen altındaki ‘sönmeyen kardeşlik ateşi.’

Sonra Bosna Savaşı gelecektir akla Sarayevo’da. Buna savaş demek lûgatlara haksızlıktır aslında. Sözlüklerdeki savaş ile bu olayın benzerliği yoktur. Neden mi? Savaşta cepheler olur, erkekler savaşır, tanklar tüfekler süngülerle harp edilir. Bosna Harbi böyle olmamıştır. Miljacka Nehri kıyısındaki vadilerde kurulu şehrin dört bir yanındaki tepelerine konuşlanan Sırp topları tankları sivil halkın üzerine evlere sokakları caddelere binalara dört bir yana bomba kurşun şarapnel yağdırmış, ölüm kusmuşlardır adeta. Bir yanda masum yüz binlerce can, tepelerden yağan bombalar, kurşunlar. Binlerce yaşlı genç kadın ana çoluk çocuk hayvanlar gibi parçalanacaktır bombalar altında. Taş üstünde taş kalmamacasına. İşte size modern/çağdaş Batılı Avrupa’nın savaş aklı. Bunun adı katliamdan, soykırımdan başka nedir ki.

 

Hilal ile Haç’ın savaşıdır aslında Bosna Harbi. Daha doğrusu beş buçuk asır sonra katliamla Haç’ın Hilal’den intikamı. Türkiye’de de yönetim yaban ellerdedir o vakit. Allah’tan Necmettin Erbakan adında bir yıldız çıkacak, Bosna’da bir traktör fabrikasını silah fabrikasına dönüştürecek, çaresiz Boşnak Müslümanlara biraz nefes ve umut olacaktır. Ve Türklüğün onurunu da kurtaracaktır. Yaklaşık dört yılda on binlerce masumun hayatına mal olan Bosna Savaşı bitiminde yüzyılın cennet yüzlü bilgesi Alia’ya şu sözleri söyletecektir: “Türkler ölmüş de musallaya konulmuş bile olsa, mezara konulmadıkları sürece Bosna için umutturlar.” Nitekim Bilge Kral Alia’nın vefatında kısa süre önce Türk Başbakanı Recep Tayyip Erdoğan’a ‘oğlumu ve Bosna’yı sana emanet ediyorum” sözleri bu psikolojinin delili sayılmalıdır. Üzerinden yirmi beş sene geçse de bu elim savaşın, bugün Sarayevo sokaklarında bina cephelerince cami duvarlarında hatta bina önlerindeki zeminlerde ‘Sarayevo gülü’ diye hazin nitelendirmelere konu olan kurşun ve şarapnel izleri görebilirsiniz. Unutmadan: Bu savaşta Ortodoks Sırpların katliamından, aynı dili konuştukları Müslüman Boşnaklar gibi aynı dili konuştukları Katolik Hırvatlar da payını almışlardır. Özetle, Sırplar ‘din ve mezhep taassubu’yla 20. Yüzyılın son çeyreğinde ‘amcaoğulları’nı katletmişlerdir.  

Bir özel bahis: Tünel Life / Umut Tüneli diye bir yer altı dehlizinin (havaalanına komşu Kolar Ailesi’nin evinin) içinden açılan bir tünel, Sırp ablukasındaki Saaryevo’ya hayat verecektir hayat, can verecektir adeta. Başta Türkiye’den uçaklarla gelen her türlü sağlık gıda giyim silah yardımı havaalanın altındaki -yaklaşık 450 metre uzunluğunda 1.60 cm yüksekliğindeki- bu tünelle Kolar’ların evinden şehre ulaştıracaktır. Bu tünel Bosna’yı ayakta tutacaktır. Bugün Boşnaklar yaşıyorlarsa en çok bu zekice geliştirilen tünele borçludurlar varlıklarını. Şimdi müzedir, görülmesi gereken bu ev.

Sonra Bilge Kral Alia dönemi başlayacaktır Bosna’da. Umudun bilgeliğin adaletin dönemi. Acıların teselliye, çaresizliğin umuda, kin ve nefretin sevgiye devredildiği dönem. Zaten fotoğrafına baktığınızda üç şeyi görmek hemen mümkün Cennet Yüzlü Kral Alia’nın yüzünde: Milletinin acılarını simgeleyen hüzün, Müslümanlığın onur ve vakarı ile her şeye rağmen yarınlardan umutlu olmak.

Yirmi beş sene sonra Sarayevolu halkın yüzünde tam da Alia’nın fotoğrafındaki psikolojiyi görürsünüz; hüzün, vakar ve umudu.

Şehir biraz da İstanbul’un İstiklâl Caddesi hükmündeki Ferhadiye Caddesi boyunca akıp gitmektedir asırlardır. Ferhadiye, küçücük bir derenin, kocaman çağıl çağıl akan bir ırmağa dönüşen nehirler misali, Sarayevo’nun kalbidir. Yoldaşı Miljacka Nehri ile sırdaş, şehrin yedi dönemine de şahitlik etmenin yorgunluğu ve bilgeliğiyle sabahtan akşama kâh sakin ve sessiz, kâh coşkulu ve gürültülü, bazen naralı bazen içine kapanık akan hüzünlü bir şarkısıdır Sarayevo’nun.

“Üç Cumhurbaşkanı on dört başbakanı dört bin milletvekili” bulunan ülke bir ülkeden, Bosna’dan bahsettiğinizin farkında mısınız Fahri Bey?” dediğinizi duyar gibiyim. Evet, doğrudur: Sarayevo’yu bugün biri Sırp, biri Hırvat, biri Boşnak üç cumhurbaşkanı birden yönetmektedirler. Trajikomikliğin farkındayım elbette. On dört kantonlu, dolayısıyla on dört başbakanlı bir ülke olduğunun da. Ülke değil kantonland maşallah. Sokakta kazara birine çarpsanız, beş milyonluk ülkenin meclislerinde bulunan yaklaşık dört bin milletvekilinden birine çarpmış olmanız da kuvvetle muhtemeldir, aman dikkatli olunuz… Garip bir ülke, garip bir yönetim, garip bir çelişkiler yumağı bugünün Sarayevo sokakları.

Bizim kebap ve köftenin yakın akrabası Çevabi ile inceltilmiş yoğurdun üstüne dökülerek servis edilen meşhur ve leziz Boşnak böreği, Sarayevo mutfağının günümüzdeki simgeleri demek mümkündür. “Sarayevo’da istersen sevabi, yiyeceksin bürek ve çevabi” diye atasözleri bile vardır.

Siz siz olun, yolunuzu Sarayevo’ya düşürün. Bilge kral Alia’nın ve binlerce Boşnak şehidin kabirlerinin bulunduğu Sarayevo Mezarlığına uğrayıp Fatiha’nızı okuyun, inip aşağıda Gazi Hüsrev Bey’de namazınızı eda edin, Çevabi ve Boşnak böreğini tadını çıkara çıkara midenize uğurlayın.

Oturun Başçarşı’da bir kahvehaneye. Meşhur Boşnak kahvesini yudumlayın. Sadedir, acı gelmesin, yandan çarklı da bir çikolata isteyin yanına.

Kahvenizi yudumlayın.

Hüznü huzuru ve umudu yudumlayın.

Unutmayın, burası Aliacity’dir.

Alia’nın misafirisiniz.

Hüzünlü kalpleriniz umut devşirsin biraz da.

6 yıl önce
Yorumlar_
[İlk yorum yapan siz olun]